Şu an İstanbul’da yaşayan ve flamenko gitar ile uğraşan arkadaşlarımızdan Fatih Tekin’in 2009 yazında gittiği Granada’daki flamenko izlenimlerini paylaştığı bu yazıyı mutlaka okuyun…
Herkese selamlar
2009 yazında üç ay boyunca yaşama fırsatı bulduğum, İspanya’daki Endülüs Bölgesi’nin en güzel, en tarihi ve flamenkonun en yoğun yaşandığı şehirlerinden biri olan Granada hakkında, bilgilendirme maksatlı, kılavuz ve anı yazısı karışımı bir şeyler yazmaya karar verdim.
Granada’ya ya da genel olarak İspanya’ya gitmek isteyenlerin hatta ilk defa yurtdışına çıkacakların vize prosedürleriyle ilgili kafalarına takılan sorulara cevap bulabilmeleri ve Flamenkoyla ilgilenenlerle edindiğim tecrübeleri paylaşmak için böyle bir yazı yazma gereği duydum. Ben gitmeden önce birilerinden bilgi alabilmek için açıkçası çok debelendim ama bir türlü adam akıllı bir kaynak bulamam. Olur da Granada’ya ya da genel olarak İspanya’ya gidecek olursanız ya da sadece flamenkoyla ilgileniyorsanız bu yazıları okumanızın faydalı olacağını düşünüyorum.
Gitmeden Önce
İspanya’ya gitmeden önce sizi yıldırmaya aday ilk ve belki de tek problem, eğer yeşil pasaportunuz yoksa vize işlemleri olacak. “Hangi belgeler lazım?” sorusuna bir türlü düzgün bir cevap alamayacaksınız. Zaten Türkiye’deki bütün konsolosluklarda olan o saçma sapan kendilerini uzay üssü zannetme olayı, az da olsa İspanya konsolosluğunda da var. Kaç gün gideceğiniz, hangi sıfatla gideceğiniz (turist, öğrenci..), ne yapmaya gideceğiniz konularına göre konsolosluğa götürmeniz gereken belgeler farklılık gösterecek. Kendimden örnek verecek olursam; Ben İspanya’ya üniversitemin (İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü) Erasmus Staj Hareketliliği Programı altında yaz stajımı yapmak için gittim (tabi asıl amacım flamenkoydu). “E yaz stajını yapmaya gittin de, Granada’yı nasıl denk getirdin?” derseniz o iş sizin azminize ve araştırma gücünüze kalmış. Ben İspanya’daki bütün devlet üniversitelerinin bütün bilgisayar mühendisliği hocalarına (ki bu yüzlerce hoca demek) kabul mektubu alabilmek için mail attım. Sonunda Endülüs Bölgesinden Malaga, Huelva ve Granada’dan kabul aldım ve “Universidad de Granada”yı tercih ettim.
Özet olarak İspanya’ya gitmeden önce yapmanız gerekenler hakkında bir kaç öneri verecek olursam:
- Uçak biletinizi çok önceden alın ki ucuz uçak bileti bulabilesiniz. Ben Lufthansa’dan Frankfurt aktarmalı gidiş-dönüş İstanbul-Madrid uçak biletini yaklaşık 400 TL ye almıştım ki bu iyi sayılabilecek bir fiyat.
- Vize işlemlerini sakın son ana bırakmayın, gizemli konsolosluğun ne isteyeceği belli olmuyor.
- Vize için gerekli belgeleri araştırırken, sabıka kaydının ve sağlık raporunun APOSTİL MÜHÜR onaylı İngilizce ya da İspanyolca çevirisi gibi bir belgenin gerekliliğini öğrenirseniz sakın önemsemeyin, biz önemsedik ve hiç yoktan cebimizden 100TL çıktı. Konsolosluktaki memura “Eee apostil mühürlü zımbırtıyı istemiyor musunuz?” diye sorduğumda kadının aval aval bakıp “Ne apostili?” demesi bir hayli sinir bozucuydu. En kötü ihtimalle böyle bir belge isterlerse, ondan sonra peşinden koşarsınız hiç yoktan 100 TL bayılmaktan iyidir.
- Sahibini ya da çalışanlarını tanımıyorsanız, vize işlemlerinizi takipçi firmalara emanet etmeyin, sonuçta hiç bir sonuca ulaşamadan sizden aldıkları parayı iade etmeme şansları her zaman var.
- Gitmeden önce, en kötü bir hafta bile olsa ucundan biraz İspanyolca öğrenmeye çalışın çünkü İspanya’da özellikle de Endülüs Bölgesinde İngilizce bilme oranı çok çok çok az. Çalışmanız için http://www.ispanyol.com/ isimli siteyi önerebilirim. Zaten eğer İngilizceniz de varsa olayı hemen kavrarsınız. Gündelik, Bu nerede? Bu kaç para? Geldim, Gittim… tarzında 10–20 tane şeyi öğrenirseniz işiniz bir hayli kolaylaşır.
- Eğer İspanyolca konuşma kılavuzu alma gibi bir fikriniz varsa sakın Beşir Yayınevi’nin kılavuzunu almayın. İçinde işe yarar bir şeyler bulmak bir hayli zor.
- Gitmeden önce kalacak yerinizi ayarlamak isterseniz ki konsolosluk kalacağınız yerin rezervasyonunu görmek istiyor. İnternetten araştırabilirsiniz. Ben “http://en.estudiarengranada.com/pisos” adresiyle yazıştıktan sonra hesaplarına bir aylık para gönderip rezervasyon dokümanının faxını almıştım. Eğer İspanya’da bir aydan fazla kalacaksanız diğer ayların parasını hemen göndermeyin çünkü oraya gittiğinizde evinizi beğenmeyebilirsiniz, taşınmak isteyebilirsiniz ya da daha uygun fiyatlı bir ev bulmak isteyebilirsiniz. Gittiğinizde zaten birazcık İspanyolca’nız varsa, özellikle de yaz aylarında üniversitenin tatil olmasıyla birlikte öğrencilerin çoğu şehirden ayrıldığı için ev bulmanın ne kadar kolay olduğunu göreceksiniz. Rezervasyonunuzu Türkiye’den yaparsanız 250 avrodan, eğer İspanya’da ev arıyorsanız da 200 avrodan yukarı fiyatlardaki evlere (daha doğrusu odalara çünkü bu fiyatlar bir evdeki bir odanın fiyatı, evi başka insanlarla paylaşacaksınız) yanaşmayın çünkü emin olun daha ucuzunu bulabilirsiniz.
- Yolculuğa çıkarken mutlaka yanınıza biraz da olsa yolluk alın yoksa dışarıda yemeye kalkarsanız saçma sapan yiyeceklere saçma sapan paralar vermek zorunda kalabilirsiniz.
- Gitmeden yurtdışında harcayacağınız parayı üç aşağı beş yukarı kafanızda kestirip hepsini yanınıza alıp öyle gidin derim çünkü bankalar para transferlerinde inanılmaz provizyonlar kesiyorlar, bankamatikten çekmeye kalkarsanız da aynı şekilde çok para kesiliyor, Western Union denen aleni hırsızlığı zaten hiç önermiyorum. Benim tavsiyem eğer yurtdışındayken illaki Türkiye’den para gönderilmesine ihtiyaç duyarsanız para gönderimlerindeki en ucuz yol olan PTT’yi kullanmanız en ekonomik yol olacaktır. Size para gönderecek kişi sizin bulunduğunuz adrese parayı gönderiyor ve yaklaşık 1 hafta sonra falan posta kutunuza gelen bildirim kağıdıyla en yakın postaneye gidip paranızı alabiliyorsunuz.
- Son olarak da gitarla uğraşanlar için bir öneri yazmam gerekirse; Gitarınızı yanınızda ne olur ne olmaz götürün “Ya orada birinden bir tane bulurum nasıl olsa” demeyin. Havayolu şirketleri kabine gitarınızı almanıza izin veriyor. Taşımak için de ek bir ücret istemiyorlar. Ayrıca yanınıza orada kalacağınız zaman göre 1-2 takım tel alıp gidin. Orası (belki de sadece Granada öyleydi bilmiyorum), ilginçtir tel çeşitliliği bakımında baya fakir, aradığınız teli bulabileceğiniz yer sayısı aşırı sınırlı, ki bulsanız bile zaten Türkiye’den biraz daha pahalı.
Gittikten Sonra
Uçağınız Madrid’e indikten sonra, direk metroyla Madrid’in otobüs istasyonuna gidebilirsiniz ve hangi şehre gidecekseniz otobüs terminalindeki otomatik bilet makinelerinden otobüs biletinizi alabilirsiniz. Yine kendimden örnek vermem gerekirse Madrid’den Granada’ya otobüs biletini 16 avro’ya aldım.
Tam burada İspanya’nın genelindeki hizmet sektöründeki zayıflığa parmak basmak istiyorum. Mesela otobüse bindiğinizde bavulunuzu falan kendiniz yerleştiriyorsunuz, otobüste zaten sudur, kektir ikram ediyorlardır diye 1-2 Avro’ya kıyamayıp kurnazlık yapıp suyunuzu içmeden, karnınızı doyurmadan binerseniz ilk molaya kadar susuzluktan kurursunuz, açlıktan da imanınız gevrer çünkü otobüslerde su servisi bile yok.
Granada’nın otobüs istasyonuna vardığınızda direk otobüs duraklarındaki haritalardan gideceğiniz yere hangi otobüsün gideceğini öğrenip otobüse binebilirsiniz. Otobüse biner binmez şoförden 2 euro karşılığında İzmir’in kent kart’ı, İstanbul Akbil’i tarzında otobüse ucuz binmenizi sağlayan “Bonobus”tan alın derim. Yine aynı şekilde otobüsün içinde en az 5 euro’luk olmak şartıyla Bonobus’unuzu doldurabilirsiniz.
Otobüsten inip, kalacağınız yeri bulup yerleştikten sonra ilk işiniz, daha doğrusu, herhangi bir “Tourist Information” ya da otelden bir harita aldıktan sonraki ilk işiniz en yakın “MARCEDONA” nerede bir aramak olsun. Marcedona bir süpermarket markası ve bana göre ürünleri hem kaliteli hem de baya uygun fiyatlı. Örnek vermek gerekirse ki karşılaştırma açısından öğrenci arkadaşlar için sağlıklı bir örnek olacağını düşünüyorum, 1 kiloluk makarna paketi 1 Euro. Tavuk etidir, dana etidir fiyatlar Türkiye’dekiyle aynı belki daha ucuz. Genel olarak özetlemek gerekirse alış-verişinizi marketten yapıp, yemeğinizi evinizde yaparsanız olayı baya ucuza kapatırsınız.
Bira falan da Türkiye’den daha ucuz. Granada’nın yerel birası olan “Alhambra”nın 1 litresini 1,2 avroya falan alabilirsiniz, o birayı örnek verdim çünkü gayet güzel bir bira, ağzı klasik Efes’e alışmış birinin gayet rahat içebileceği tarzdan. Onun yanında “Ne olsa içerim abi!” diyorsanız mesela “Steinburg” diye bir bira daha vardı onun litresi 0,7 avroydu.
Türkiye’deki yakınlarınızla konuşmak için, internetin yanında bir de elinizin altında bir telefon olsun istiyorsanız ben Vodofone‘u tavsiye ederim. Çünkü İspanya’da 30 avroya içinde 25 avroluk kredi (kontör) bulunan cep telefonu alabiliyorsunuz hoş, o 5 avroya gelen telefonun sim kilidi olduğu için Türkiye’ye döndüğünüz kullanma şansınız olmuyor ama bazı yerlerde bu kilidi kırdırtma şansınız olabiliyormuş sanırım. Fakat bundan daha da önemlisi Türkiye’deki yakınlarınız sizi dakikası 19 kuruştan arayabiliyorlar hiç değilse ben gittiğimde öyleydi, şu an ne kadara arıyorlar bilmiyorum tabi.
Granada’da yaşam
İlk olarak Granada hakkında genel bir özet geçmek gerekirse; 300–350 bin kişilik nüfusuyla oldukça küçük ama aynı zamanda tüm aradıklarınızı bulabileceğiniz bir şehir. Üniversitesinin öğrenci sayısının 80 bini aşkın olduğunu söylersek Granada’ya bir öğrenci şehri demek de pek yanlış olmaz. Şehrin küçüklüğü ise ulaşımda çok büyük kolaylıklar sağlıyor. Yukarıda “Bonobus” almanızı önersem de genelde her yere yürüyerek gidebilirsiniz.
Şehrin hangi bölgesi yaşamak için güzel diye sorarsanız, benim son ayımı geçirme fırsatı bulduğum, flamenkoyla uğraşanların ve çingenelerin genelde yoğunlukta olduğu iki yerden biri olan Albayzin çok güzel bir yer. Genel olarak, gene İzmir’den örnek vereceğim, Şirince’ye benziyor. İkinci güzel bir bölge ise Sacromonte, orası da çok güzel bir yer. Ev ararken bu iki semte öncelik verirseniz flamenkoya yakın olma konusunda daha mutlu olursunuz.
Ekonomik açıdan değerlendirecek olursak, şunu söyleyebilirim ki Granada, Avrupa’nın diğer şehirlerine göre gayet ucuz bir şehir. Örnek olarak benim üç aylık seyahatimin bana maliyeti, uçak biletleri (gidiş dönüş 200 avro), kalacak yer (aylık ortalama 230 avro), yeme içme, gezme, konserler kısaca her şey dahil 1600 avro falan oldu.
Kültürel boyutlardan biraz bahsetmemiz gerekirse, bize aşırı yabancı gelen gelenekleri yok. Ama önemli farklılıkları söylemekte fayda var. Mesela aynı cinsiyetteki insanlar tanışırken ya da karşılaştıklarında birbirlerini öpmüyorlar ama örnek olarak bir bayan ve erkek özellikle tanışırken birbirini öpüyor.
Siesta denen şey ise harbiden var. Özellikle yaz aylarında adamlar dükkanları sabah 8’de 9’da açıyorlar öğlen 2 gibi kapatıyorlar sonra akşam 5-6 gibi yine açıyorlar akşam 8-9 gibi ise kapatıyorlar. Pazar günleri ise neredeyse bakkal dükkanlarını işleten Çinliler dışında başka hiç bir yeri AVM’ler dahil açık bulamazsınız. Akşam yemeklerini ise baya geç yiyorlar akşam saat 10 gibi.
Dışarı çıkınca ne yenir ne içilir? diye sorarsanız, genel olarak öyle çok anormal içkileri yok. En yaygın içkileri “Tinto de Verano” denen ve kısaca kırmızı şarap ve fanta karışımı olan ve yine kırmızı şarapla yapılan “Sangria” , ikisi de öyle çok sert içkiler değil ama hoş içkiler. Onların içme kültürüne gelirsek bizden farklı olarak birayı öğlen yemeklerinin, akşam yemeklerinin yanında kola ya da meyve suyu gibi içiyorlar.
“Dışarıda ne yenir?”e gelirsek denemeye değer aman aman yemekleri yok “Paella” diye bizim bulgur pilavına benzeyen içinde deniz ürünleri olan bir yemekleri var ama onun da iyisini yemek için en az 10 avroyu gözden çıkarmanız gerek. Bazen ucuz paella bulduğunuzu zannedip heyecanlandığınız da ise karşınıza tavuklu ya da daha kötüsü domuz etli bir bulgur pilavı gelince hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz, başka da pek fazla yemek konusunda bir atraksiyon göremedim, bunun için fazla uğraştığım da söylenemez açıkçası.
Ama bunların yanında benim de çok sevdiğim “Tapas” denen bir olayları var. Açıklamak gerekirse kısaca biranın yanında verdikleri mezelere tapas deniyor. Ama normal mezeden farkı, baya doyurucu olmaları. Yani iki tane “bira+tapas” ikilisi alırsanız ki zaten bira aldığınızda çoğu yerde tapas yanında direk geliyor, karnınızı baya baya doyurabilirsiniz. Tapasla birlikte bir bardak (33lük su bardağı) biranın fiyatı ise mekanına göre değişkenlik göstermekle beraber ortalama olarak 1,5 avro falan .
Şehri gezerken ise güvenlik konusunda içiniz rahat olsun. Benim ilk gittiğim zamanlarda arkadaşlarla ”Acaba bu sokaktan girsek mi ya ?” diye tırsa tırsa birbirimize baktığımız zifiri karanlık bir sokakta gecenin üçünde kızları yalnız yürürken görünce bizim İzmir’de, İstanbul’da kapıldığımız “Bu sokağa gireceğiz ama birileri dürtmese bari…” hissinin orada gereksiz olduğunu anlıyorsunuz. Sokakta yürürken görseniz yönünüzü değiştireceğiniz adamlar bile para istediğinde, yok derseniz iyi eğlenceler diyip gidiyor. Ama yine de kalabalıklarda ceplere mutlaka dikkat etmek gerekiyor. İşin özeti, gasp neredeyse yok gibi ama cepçiler her yerde olduğu gibi orada da var.
Bu konu altında Türkiye’nin oradaki izlenimini de bir özet geçmek istiyorum. Öncelikle şunu kesinlikle söylemem gerek, adamların gözünde Araplardan hiç bir farkımız yok. İster İspanyol ister başka ülkeden olsun kiminle tanışırsam tanışayım, benim Türkiye’den olduğumu öğrenen herkes “e sen hiç Araba benzemiyorsun, sen beyaz tenlisin.” tarzında şeyler söylediler. Hatta biri “e sen Arapça konuşmuyorsun.” bile demişti. Bunun nedenini ise anlamak çok zor değil. Birinci neden tabi ki dini faktörler, diğer nedenlerin başında ise bence Granada’da ve Avrupa’da da bir çok yerde dönerin fastfood sektöründe hamburgerle birlikte başı çekmesi ve bu tarz işletmelerin özellikle de Endülüs Bölgesinde “Öztürk Döner, İstanbul Döner” tarzı isimler altında genellikle Araplar tarafından işletilmesi.
Burada bahsettiklerim kesinlikle başka ülke insanlarına benzetilmekten duyduğum rahatsızlığı dile getirmek için falan değil, bütün dünya insanlarının eşit olduğuna inanan biri olarak beni üzen konu insanların Türkiye konusunda, Anadolu konusunda inanılmaz derecede bilgisiz olmaları. Oradaki genç, televizyon neslinin Türkiye hakkında bildiği en somut şeyin Roberto Carlos’un Fenerbahçe’de oynamış olduğunu söylersem daha açıklayıcı olabilirim sanırım.
Gezelim görelim millete anlatalım
3 aylık süre içinde gezdiğim yerler çok sınırlıydı açıkçası. Endülüs Bölgesinden hiç çıkmadım. Sevilla ve Cordoba’ya gitme şansım oldu. İki şehir içinden Cordoba daha sıcak ve samimi bir şehirdi diyebilirim. Ama Sevilla’ya giderseniz Sevilla Katedralini ve Paco de Lucia’nın da şarkısına konu olan “Alcazar de Sevilla”yı yani namı değer Sevilla Kalesini mutlaka gezin derim.
Cordoba’da ise eskiden cami olan ama sonradan katedrale dönüştürülen “La mezquita”yı mutlaka gezmenizi öneririm. Eğer başka şehre gidiyorsanız mutlaka çantanıza sizi idare edebilecek kadar yiyecek almaya çalışın yoksa Mc Donalds’a 10 avro verip menü almak gibi bir hataya düşebilirsiniz.
Granada’da ise “La Alhambra”yı yani Elhamra Sarayını gezmeden dönerseniz adamı döverler. Alhambra, benim gibi tarihi yapıları gezmekten pek de fazla heyecan duymayan birini bile büyüledi. Granada’nın sahiline de gitmekte fayda var. Benim görmeye fırsatım olmadı ama giden arkadaşlar çok güzel olduğunu anlatmışlardı. Otobüsle yarım saat kırk dakika süren bir yolculuktan sonra sahile ulaşabiliyormuşsunuz.
Bunların yanında ise eğer vaktiniz kalırsa Granada’daki “Parque de Ciencias” yani Bilim Parkını mutlaka gezin. Gerçekten eğlenceli bir yer olduğunu garanti edebilirim.
Granada’da Flamenko
Sonunda yazının asıl amacı olan başlığa gelebildik. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki Granada’da flamenko açısından aradıklarımı fazlasıyla buldum. Gerek konserler, dinletiler, gerek tanıştığım insanlar, gerek girdiğim ortamlar olayı yerinde görmenin ne kadar önemli olduğunu fark etmemi sağladı.
İnsanların flamenkoya bakış açısından bahsetmekle başlarsam şunu söyleyebilirim ki; flamenko İspanyolların müziği falan değil, İspanyolca konuşan ve İspanya’nın Endülüs Bölgesi’nde yaşayan çok ufak bir çingene halkının ve bu kültüre meraklı, gönül vermiş insanların müziği. İspanyolların müziği değil çünkü Granada gibi Endülüs Bölgesinin ve flamenkonun kalbi denecek bir şehirde bile flamenkoyu benimseyen insan oranı onda biri geçmiyor. Flamenko aracılığı dışında tanıştığım insanlarla flamenko hakkında konuştuğumda, bir süre sonra aslında bu kültürü hiç sevmediklerini fark ettim, bu kültürü hor görmekteki benzerlik bizim halk müziğimize olan yabancılığımızdan daha çok Anadolu ırklarının müziklerine olan alakasızlığımızla örtüşüyor. Kısaca flamenko kültürünü ve müziğini çok hakir görüyorlar.
Bunların dışında bu kültürün içinden ya da bu kültüre gönül vermiş insanlarla birlikte olmak çok güzel bir şey. Öncelikle şunu söyleyebilirim ki herkesin ağzında sakız olan ”Oraya bir gidiyorsun herkes müzikten anlıyor, herkes flamenkocu eline gitarı alan döktürüyor!” tarzındaki laflar palavradan öte değil. Eğer bu laflara şimdiye kadar inanmaya teşebbüs etmiş arkadaşlar varsa hemen vazgeçebilirler. Sonuçta her konuda olduğu gibi müzik konusunda da Granada’da kim iyi çalar, kim iyi söyler, kim iyi dans eder hepsi belli başlı kişiler ve sınırlı sayıdalar.
Benim Granada’da en önemli edinimim ise herhalde şudur; ben açıkçası ne kadar çalışırsam çalışayım, ne kadar hatasız, ne kadar güzel çalarsam çalayım flamenko ruhunu tam anlamıyla veremeyeceğime inanırdım. Ne kadar seversem seveyim flamenkonun ben de eğreti duracağına inanırdım ama orada bu müzikle uğraşan insanları gördüğümde olayın hiç de öyle olmadığı fark ettim. Biz, gitarla uğraşanlar bu konuda şanslıyız. Bir cante’de (şarkı söylemede) o ruhu vermek imkansız gibi görünse de (hoş Özgür Çiftçi ve Murtaza Torun’u dinledikten sonra bunun da imkansız olmadığını düşünmeye başladım), gitarda o eşik noktayı yakalamanın imkansız olmadığını anladım, zor ama erişilebilecek bir nokta.
Eğer Granada’da gitar dersi almak isterseniz önünüzde birçok seçeneğiniz olacaktır fakat benim önerim Emilio Maya adında bir gitarist. Albümü olan, sürekli konserler veren birinci sınıf bir gitarist. Ben grup dersine (5-6 kişi), şarkıya ve dansa eşlik derslerine, birkaç tane de özel dersine girme fırsatı buldum o yüzden Granada’daki hocam diyebilirim. Fiyatları da çok abartı değil. Özellikle eşlik dersleri gerçekten çok güzeldi. Fakat gitara yeni başlamış biriyseniz ve kafanız da “Temeli oradan alalım daha iyi olur.” gibi bir fikir varsa seviye size yüksek gelebilir. Eğer Granada ya da benzeri bir yerde flamenko gitar dersi almak istiyorsanız belli bir sevide olmanız şart gibi bir şey. Aksi takdirde fazla faydalanamayabilirsiniz. Çünkü bu tarz adamlar gitar hocası değil, üst düzey gitarist. Buradaki asıl amaç da bu adamlardan gitarı nasıl tutacağınızı ya da akorlara nasıl basacağınızı göstermeleri olmamalı. Bir kaç püf nokta, çalışıp da bir türlü çözüm bulamadığınız noktalar, belki beğendiğiniz güzel fasetalar, özetle gitaristlerin kendi tecrübeleri. Bu düzeyde bir ders alabilmek için de dediğim gibi belirli bir seviyenin üzerinde olmakta fayda var.
Flamenko gösterileri konusunda ise, ilk önerim turistik şovlar’dan uzak durmanız. Bu tarz şovları zaten fiyatlarından hemen ayırt edebilirsiniz. Yaklaşık 20-25 avro gibi fiyatları oluyor. Ben hiç gitmedim ama gidenlerden duyduğum kadarıyla olay son derece ticari, bir gecede 2-3 turist grubu ağırlıyorlar ve yarım saat-kırk beş dakika süren gösterilerden sonra apar topar dışarı çıkarılıyorsunuz. Ama vaktiniz yoksa günleriniz çok sınırlıysa, eli mahkum bu şovlardan birini seyretmek zorunda kalabilirsiniz. Eğer böyle bir seçeneği tercih etmek zorunda kalırsanız Sacromonte’deki “Venta el Gallo”yu tercih edin derim, duyduklarıma göre bu işi en iyi yapan yer orasıymış.
Vaktiniz bolsa, güzel dinletilere gidebileceğiniz yerlerin başında “Calle Elvira” yani Elvira Caddesi geliyor. Bu caddede çok sayıda “Tapas Bar” ve canlı müzik yapan mekanlar var. Bu mekanların başında her ne kadar yaz sezonunda canlı müzik yapmasa da Granada’da ki en önemli flamenko bar olan “Elshavira”yı söylemem gerek. İlk girdiğinizde size çok izbe bir mekan gibi gelebilir ve gösteri olmadığı sürece oraya gitmeyi de pek önermem çünkü fiyatları diğer yerlere göre en az 1 avro daha pahalı ve tapas servisi de yok. Ama eğer gösteri varsa gelen adamlar genelde 1. sınıf müzisyenler oluyor.
İkinci olarak ise ‘Al Sur de Granada’ geliyor, benim en çok gittiğim mekan orasıydı diyebilirim. Genelde iyi müzisyenler çıkarıyor, giriş fiyatları ise 6-8 avro arasında değişiyor ve bir içki bedava oluyor, zaten bir içki bedava olayı bütün mekanlarda var. Eğer öğrenciyseniz mutlaka öğrenci indirimi var mı diye bir şansınızı deneyin öğrenci kartınızda “Student” falan yazıyorsa az da olsa bu indirimden faydalanabilirsiniz.
Üçüncü önereceğim yer ise “Escuela Vieja” ama bu mekana daha ortalama müzisyenlerin çıktığını söylemem gerek, orada izlediğim hiçbir dinletiden pek zevk aldığımı söyleyemem. “Hamelin” diye bir bar daha vardı ama oraya gitmenizi pek önermem hem gelen müzisyenler pek kaliteli değil hem de mekanın küçüklüğünden dolayı ne izlediğinizi anlayamıyorsunuz.
İkinci alternatif ise Granada’da flamenkonun ve çingenelerin göbeği olan “Sacromonte”. Orda birçok “Cueva” yani mağara görebilirsiniz. Mağara çünkü mekanlar mağara şeklinde. Bu tarz yerlerde gösteri ya da dinleti tarzında şeyler görmeniz baya zor, hele ki yaz sezonunda zaten yarısı mekanlarını hiç açmıyor, açanlar da tabiri caizse bir taraflarının keyfine göre mekanı açıyorlar. Saat kaçta açılır, hangi günler açılır denk getirmek bazen baya zor oluyor. Bu tarz “cueva”lara ya da “Pena Bar”lara o gece birileri gelip çalacak mı diye sorarken “Bu akşam şov var mı?” diye sormayın “bu gece fiesta var mı?” diye sorun derim. Çünkü dediğim gibi bu tarz mekanlarda şov değil, fiesta oluyor.
Olayı yerinde görmekten kastedilen şey bu fiestaları canlı olarak görmek olsa gerek. Çünkü fiestalarda, çingenelerin eğlence şeklini bizzat görebiliyorsunuz. Fiestaların nasıl olduğunu biraz açmak gerekirse, genelde o bara gelen bar sahibinin tanıdığı birinin eline gitarı almasıyla birlikte o anda barda bulunan kişilerden birinin şarkıya başlamasıyla süregelen bir eğlence Gitar çalanlar ve söyleyenler sürekli değişiyor. Tabi bu doğal eğlencenin yanında, turistlerin ellerindeki kameralarla bu eğlenen insanları sürekli çekme çabaları (ki itiraf edeyim ben de ilk zamanlar bu teşebbüste bulundum :)) insanın biraz canını sıkıyor ama yapacak bir şey yok tabi. Bu tarz fiestalarda eğer kendinize güveniyorsanız gitar çalanlardan biri siz de olabilirsiniz. Ve bu tarz yerlerde söyleyenlere eşlik etmek için öyle inanılmaz falsetalar çalmanıza gerek yok sadece fiestaların yüzde seksenini oluşturan bulerias ve tangos formlarının akorlarını ve özellikle ritmlerini iyi biliyorsanız, özellikle Camaron’un şarkılarına aşinalığınız varsa ve eşlik konusunda biraz tecrübeniz varsa ”Cueva”larda rahatlıkla siz de fiestaya bizzat çalarak katılabilirsiniz. Fakat küçük bir öneri vermem gerekirse, öyle bir ortamda baktınız canınız çalmak istiyor biraz sabretmenizde fayda var. Önce oradaki insanların biraz da olsa arkadaşlığını kazanıp ondan sonra gitarı onların size uzatmasını beklerseniz bu süreç daha doğal işlemiş olur. Çünkü her toplumda olduğu gibi orada da yabancılara karşı “Kimmiş hele bir görelim” tarzında bir bakış var. Aslında bu çok da doğal bir önyargı. Çünkü bir yabancı olarak gitarı eline almaya ya da bir şarkı söylemeye çalışan bir adama ya da kadına, yani kendi kültürlerinden bir şey icra edecek olan bu malum şahısa biraz da olsa güvensiz olmaları gayet doğal. Sonuçta biz de dışarıdan gelen bir adam eline sazı almaya kalktığında içimizden, ”Aslanım o senin harcın değil.” diye geçiririz. Onlarınki de aynı hesap. Sacromonte’deki en gözde cueva büyük gitarist Juan Habichuela’nın oğullarından (yanlış hatırlamıyorsam) Antonio Habichuela’nın işlettiği “La Buleria” .Bu nedenle arada sırada La Buleria’yı yoklamakta fayda var.
Habichuela demişken Granada’daki ünkü flamenkocu ailelerden de biraz bahsetmek istiyorum. En önemli aile olarak Pepe Habichuela’dan kulağınıza aşina gelecek olan Habichuela’ları söyleyebilirim. Çoğu konserde Habichuelar’dan birilerini görmeniz çok kolay. En önemli veliahtları ise yukarıda bahsettiğim, Juan Habicuela’nın torunu Antonio Habichuela’nın oğlu olan “Juan Habichuela ‘Nieto’ ”(nieto torun demek). İkinci önemli aile olarak ise Heredia’lar geliyor. Heredialar’ın ise birçok meşhur şarkıcısı var ama en ünlüleri Paco de Lucia’yla da uzun bir süre çalışan Chonchi Heredia. Üçüncü ve son olarak da Morenteler’i söyleyebilirim. Granada’da gittiğiniz hemen hemen bütün “Pena Bar”larda Enrique Morente’nin bir portresini görebilirsiniz. Ki sanırım öldükten sonra bu posterlerin sayısı iyice artmıştır.
Bunlar dışında bir kaç öneri daha vermem gerekirse; Özellikle canlı müzik yapan mekanlardan bulabileceğiniz ücretsiz aylık bültenleri mutlaka alın. Böylece nerede ne var her şeyden kolayca haberiniz olur. Ve ücretsiz halk konserleri sakın kaçırmayın. Çok sağlam birçok sanatçıyı tek organizasyonda görme şansınız olabiliyor.
İzlediğim Sanatçılar
Gitaristler
Emilio Maya: Granada’nın belki de Endülüs Bölgesi’nin en önde gelen gitaristlerinden biri. 47 yaşında birinci sınıf bir gitarist diyebileceğimiz Emilio abimiz albümü olan ve en saygı gören gitaristlerden biri.
Juan Habichuela “Nieto”: Yukarıda da belirttiğim gibi Habichuelalar’ın en gözde ismi olan bu genç gitarist, duyduklarım yanlış değilse daha 20’li yaşların başındaymış ve daha şimdiden kendi tarzını yakalamış, jazz ve tangoyu flamenkoyla nasıl harmanlayacağını biliyor, gerçekten doğru yolda olan ve gelecekte de ses getirecek bir gitarist.
Manolo Herrera: Değil sadece Granada’da, bu güne kadar gördüğüm en iyi saf flamenko çalan gitaristlerden biri diyebilirim, seyirciyi jest ve mimiklerle değil direk çaldıklarıyla coşturabilen harika bir gitarist. Granada ve bir çok şehirdeki festivallerde şarkıcılara eşlik ederken izleyebileceğiniz bu genç sayılabilecek gitaristi fırsatınız olursa mutlaka ve mutlaka izleyin.
Jose Cortes “Pirata”: Yaşı 30’u geçkin olan bu yağız abimizin gerçekten izleyici üzerinde iyi bir etkisi var çünkü neyi nasıl çalması gerektiğini ve şarkıyı nasıl güzelleştireceğini çok iyi biliyor. Ve yine çok iyi bir Paco ve Tomatito icracısı. İzlendiğinde mutlu edecek isimlerden.
Alfredo Mesa: Henüz otuzuna basmamış bu sıcakkanlı abimiz gayet yetenekli ve Granada çapında sağlam organizasyonlarda yer alabilen bir gitarist. Özellikle Paco’nun parçalarını çok güzel icra ediyor fakat eksik yönü olarak kendi parçalarını hiç çalmıyor. Özet olarak yaratıcılık yönüne ne yazık ki rastlayamadığım iyi bir yorumcu olarak diyebiliriz.
Marcos Palametas: Uzun süreler Venta Del Gallo tarzındaki turistik gösteri mekanlarında çalmış olan bu genç gitarist izlenmesi gerekenler arasına girmeyi hak ediyor. Özellikle buleriaslardaki atakları ve vurgu yerlerinde yaptığı çeşitlilikler insanı oldukça heyecanlandırıyor. Tek rahatsız edici yanı tekniğinin, yani elinin gitardaki duruşunun pek düzgün olmaması.
Rafael Santiago “Habichuela”: Habichuelalar’ın aile konserlerinde genelde grubu toparlayan isim olarak görünen 50 yaşlarındaki Rafael abimiz duyduklarımızın aksine nedense konserde bize beklediklerimizi veremedi.
Jose Fernandez “Petete”: Yine genç gitarislerden olan Petete kendi parçalarını çaldığı için ve şarkıcıya eşlik ederken ki akor çeşitliliklerini çok rahat yapabildiği için ve bazen jazz’a girecek bilgi birikime sahip olduğu için izlenmeyi hak ediyor. Fakat çalarken gitarı niyeyse bir türlü bağırtamıyor izlerken insana “Vur şu tellere be kardeşim!” dedirtiyor.
Valentin Fernandez: Kendisine Tomatito’nun Granada şubesi dersek pek yanılmayız. Gittiğim konserde sadece ve sadece Tomatito çaldı ne kendinden ne de başka ünlü bir gitaristen bir parça dinleyemedim. Ama şöyle bir gerçek var ki, o da çaldığını güzel çaldı ve kendini dinlettirdi.
Dan Ben Lior: Çok genç ve inanılmaz bir jazz gitaristi çok rahat ve güzel doğaçlama yapabiliyor ayrıca flamenko bilgisi de çok iyi flamanko-jazz olaylarını süper kıvıran, resmen elektro-jazz gitarıyla flamenko çalabilen bir gitarist.
Ruben Campos: İyi bir gitarist fakat flamenko köklü olmadığı belli. Şarkıcıya ve dansçıya eşlik ederken, izleyiciye kendi halinde takılıyor hissi veriyor ve gitarın sesini duyurmakta zorluk çekiyor.
Melchor Cordoba: Youtube’da adını yazıp ve sonuç aldığımda heyecanlandığım ama canlı izlerken beklediklerimi karşılayamayan bu gitarist 50 yaşlarında olmasına rağmen sanki 20 sene önce kendini geliştirmeyi bırakmış ve sürekli kendini tekrar etmiş bir müzisyen imajı verdi.
Luis Cordoba: Çok bir beklentiniz olmaması kaydıyla gecenizi boş geçmemek için dinleyebileceğiniz bir gitarist .
Şarkı ve dans asıl ilgi alanlarım olmadığından fazla derinlemesine girmek istemiyorum fakat şarkıcı olarak erkeklerden Raul Zakay, Curro de la Chicuela bayanlardan ise Fita Heredia gerçekten etkileyici seslere sahipler.
Dansçı olarak ise bayanlardan Ana Cali inanılmaz bir dansçı mutlaka ve mutlaka izlenmesi gerek ondan sonra Macarena Mulera gelir diyebiliriz. Erkeklerden de Jose Cortes”El Indio” Granada’daki dansçılardan dikkat çekenlerden oldu.
Sanatçılar hakkındaki görüşlerimle birlikte yazımın sonuna geldim. Umarım bir şekilde bu konular hakkında bilgi edinmek isteyenlere faydası olmuştur. Flamenko ile kalmanız dileğiyle:)
Fatih Tekin – 2009