Bu seyrin başı da çok ilginç; festivalin bir gün öncesi 10 Eylül, ben yine internete girebilmek için araştırmadayım, benim bar Java kapalı, soruyorum dükkanlara nerede bulabilirim wifi diye, en son bir kız bana Mascarpone isimli dondurma ağırlıklı çalışan bir kafeyi öneriyor, kafe Los Remedios bölgesinde, Triana’nın sağ tarafı, Plaza de Cuba (Küba Meydanı)’dan sağa girince, Asuncion caddesinde, Triana’dan yaklaşık 25 dk falan yürümek gerekiyor, yürüyorum tabiki.
Manuel Betanzos’un okulunun panosunda afişini gördüm, Jerez’in geleneksel Fiesta de Bulerias’ı yapılacak o hafta sonu, Juan Manuel “El Torta”, Fernando de la Morena, Macarena de Jerez, David Lagos ve hayranı olduğumuz Capullo de Jerez var, dansta ise Andres Peña. Kaçırmadan ilanı gördüğüme şükredip başlıyorum araştırmaya, nasıl giderim ederim vs.. Fiesta Jerez de la Frontera’da, Sevilla’nın Macarena bölgesi civarındaki bir okul otobüs kaldırıyor akşam 18.00’de. Diyorum ki sabah erken gidip Jerez’i görmek lazım. Malum hafta sonu, o güne hiç bir şey koymamışken. Hemen telefona sarılıp tabiki Ana’yı arıyorum. Ana Llanes, Flamenko Ankara Derneği’nin eğitmen ve dansçılarından, kendisi pek sevdiğim, dansına hayran olduğum bir hatundur. Jerez’de uzun süre yaşadığı için Jerez bizde ondan sorulur. O da anlata anlata bitiremez zaten. Diyorum yarın festival var, nasıl giderim ne yaparım. Hemen tarifi alıyorum, otobüsle sürünme sakın ucuza tren var diyor, yaklaşık 8€, bir saatlik mesafe Sevilla’dan. Fiesta’nın yapılacağı Plaza de Toros Jerez İstasyonu’na çok yakınmış, geri dönmekle uğraşma uygun pansiyonlar var diyor. Bu arada Fernando’yu ara mutlaka fiestadan önce bir şeyler içersiniz diye de ekliyor, çok yakın arkadaşı tabi, benimse sesine hayran olduğum, soleasını okuduğum ancak elbette yanından bile geçemediğim biri, Fernando de la Morena, Jerez’in babalarından.
Gelelim festivalin başındaki ilginçliğe, ben tren saatlerine bakarken burada kullanmak için aldığım Yoigo isimli telefon hattımı bir ispanyol numarası arıyor ve başlıyor Türkçe konuşmaya. Ben bir süre algılayamıyorum, ben kimim nerdeyim gibi sorular kafamda, yarı İspanyolca yarı Türkçe “kimsiniz?” diyorum. O da bu durumu çok iyi anlayıp gülerek “ben Melis” diye cevap veriyor, Melis Cangüler; Ankara’nın flamenko eğitmeni ve dansçısı. Çok ilginç bir şey oldu diyor, gelince anlatırım. Hemen yerimi tarif ediyorum..
Şöyle olmuş; Melis Sevilla’da kalmak üzere birçok kişiye aracılık eden Carmen isimli bir kadın sayesinde ayarlamış kalacağı yeri. Ancak eve bir gelmiş ki ev ona anlatılan ev değil, başka bir yerde. Evi beğenmeyip, başlamış söylenmeye. Siniri yatışınca, ağzından hiç düşürmediği lafı “kesin bir sebebi vardır” deyip dışarı çıkmış telefon hattı almaya. Tam işlemleri halledip dükkandan çıkıyorken çocuk sormuş, nereden geldiniz vs. diye. Melis Türkiye’den deyince çocuk “aa buralarda bir Türk daha var dans dersi için gelmiş” diye benden bahsetmiş. Melis benim Sevilla’ya geleceğimden haberli ama Triana’da olabileceğimden kesinlikle habersiz, “aa Rasime! lütfen bana numarasını verin” demiş ”o benim arkadaşım!”. Gülüşüyoruz. Melis kesin bir sebebi var demiştim işte diyerek kendi hikayesini anlatmaya başlıyor. Birbirimizi aslında uzaktan tanıdığımız için başlıyoruz konuşmaya, ilginç bir sohbet geçiyor aramızda. Tesadüf ki aynı mahallede oturuyormuşuz, karşılıklı apartmanlarda.
Buleria festivaline gitmek istediğimden bahsediyorum ve beraber gitmeye karar veriyoruz, o geçen sene festivalden dönüş konusunda yaşadığı sıkıntıları anlatıyor, sabaha kadar tren beklemek çile olur deyince dönmek yerine orda kalmaya karar veriyoruz. Sabah için sözleşip, elbette sözleştiğimiz saatten geç evden çıkıyoruz Sevilla’nın tren istasyonu Santa Justa’ya gitmek üzere. Sevilla’nın birçok yerine ulaşan C1 ve C2 numaralı otobüsleri gidiyor istasyona, bu otobüsler hep ring yapıyor, o yüzden hangi taraftan binerseniz binin gitmek istediğiniz yere varıyorsunuz, zaman farkı olmak üzere. Biraz uzun süre bekledikten sonra otobüse atlıyoruz ama Jerez’e giden saat 11.00’deki Cadíz trenini 5 dk ile kaçırıyoruz. Bir sonraki tren 14.00’de, aradaki 12.50 treninin ise fiyatı farklı, 21€ civarında, gerek yok deyip istasyon içinde gezintiye çıkıyoruz (alışveriş desek daha iyi olabilir). İzbe bir istasyon olacağını düşünürken çok modern, havalimanı gibi bir tren istasyonuyla karşılaşıyorum. Bir çok yere seyahat edebiliyorsunuz trenlerle. İçeride alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar var ve çok güzel kafeler. Natura isimli Hint eşyalarının olduğu bir dükkana sarıyoruz uzun süre, önce birbirimizi gaza getirip herşeyi almaya karar veriyor, sonra aldıklarımızı kötüleyerek bırakıyoruz teker teker :) Birkaç şey alıp çıkıyoruz dükkandan.
Vaktimizi bu şekilde geçirdikten sonra trendeyiz, inanılmaz konforlu bir tren, 130km hızla gidiyor, biz tabi o sırada bir muhabbet tutturmuşuz, bir tek Dos Hermanas’tan geçerken sohbet kesiliyor, Dos Hermanas Eva la Yerbabuena’nın (dansına, ifadesine, duendesine taptığım bir dansçıdır kendileri, hayatımın kadınıdır) yaşadığı yermiş. Melis geçen sene Eva’nın seminerine gelmek için her gün bu yolu nasıl katettiğini anlatıyor. Diyorum ki “ne kadar şanslısın! Onla tanışmak benim en büyük hayalim”. Yol boyunca durmadan konuşuyoruz Melis’le, geçmişlerimizden, flamenkodan ve Flamenko geçmişlerimizden. Fazlaca benzer noktalar olduğunu görüp, insanlarla ilgili konulara çok şaşırarak ya da aslında hiç şaşırmayarak devam ediyoruz…
Jerez’e varıyoruz sonunda, çok güzel bir tren istasyonu Ferrocarril, mavi işlemeleri gözümüzü alıyor. Hemen bir harita ediniyoruz istasyondaki enformasyon bölümünden. Medina caddesine gideceğiz, çok yakın istasyona, Jerez başlıyor buradan. Devam edip sokakları geçiyoruz, önce pansiyonu ayarlayıp sonra çıkalım diyoruz gezintiye, vakit siesta vakti malum, her yer kapalı. Şöyle bir turlayıp Fiesta’nın yapılacağı Plaza de Toros’a kadar yürüyoruz. Saat öğlen 3, hava 37 derece, bu havada nasıl böyle gezdiğimize gülüp mavi ağırlıklı pansiyonda kalmaya karar veriyoruz. Fiyat fena değil, iki kişi için 30€, çokta düzgün bir yer, Morenos caddesinde Sanvi Pansiyon. Pansiyonda wifi olduğunu öğrenince kahrolıyorum bilgisayarı getirmediğime :) insan yokluktan ne hallere düşebiliyor, ciddi ciddi baya üzülüyorum. Çünkü ben; Trianadaki evimde bilgisayarın gördüğü ağların kime ait olduğunu yan apartmanlarda bile aramaya çıkmış, bütün komşuların benim internet arayışımı bildiği ve bana çok üzüldüğü, en çok çeken bağlantının adının “Pastora” olduğunu görünce, her kapıyı çalıp Pastora’yı sorduktan sonra bulamayıp, apartman boşluğundan Pastora diye bağırmışlığı bulunan biriyim bugüne bugün :)
Pansiyona eşyaları atıp çıkıyoruz sokağa, istasyondan Plaza de Toros civarına kadar geçtiğimiz yerlere bakınca Jerez Triana’dan çok çok farklı. Evler daha çok köy evlerini andırıyor. Çok sakin, kimse yok ortalıkta.
Devam ediyoruz harita elimizde dolaşmaya, merkeze doğru. Merkeze yaklaştıkça görüntü değişmeye başlıyor, daha modern kafeler, restoranlar, mağazalar… Flamenko mağazalarına rastlıyoruz, 17.00’den sonra uğrayalım diyoruz Cumartesi günleri dükkanların sadece 14.00’e kadar açık olduğunu unutup. Açık bulduğumuz yerlerden ufak tefek bir şeyler alıyoruz. Mesela ben puantiyeli bir terlik alıyorum, geçtiğimiz günlerde puantiyeli bir tepsi görüp aldığımı düşünürseniz bu çok şaşırtıcı olmayacaktır, delirmiş gibi ve tam bir turist gibi davranarak Flamenko ile ilgili ve hatta puantiyeli ne varsa almak istiyorum ama tabi ki alamıyorum :)
Merkezde biraz gezindikten sonra bir şeyler yemek için 10€ luk menüleri olan bir mekana oturuyoruz. Bize çok fazla gelen menüleri götürdükten sonra biletlerimiz almak için Plaza de Toros’a yürüyoruz. Biletlerimizi alıp hazırlanmak için tekrar pansiyona geçip ve yorulduğumuza değecek, buleria dolu bir geceye hazırlanıyoruz…
Plaza de Toros, boğa güreşlerinin yapıldığı arena, boğaların girdiği kapılardan girmeyi bekliyoruz, içeri boğalar gibi de giriyoruz söylemesi ayıp :) alana sandalyeler hazırlamışlar, hemen kendimize bir yer bulup başlıyoruz etrafı izlemeye, okuldan tanıdıklar var. Özenle hazırlanmış iinsanlar, yaşlı amcalar teyzeler var, eski fiestalardan bahsediyorlar, o yüksek sesli konuşmalarıyla sohbet edip gülüşüyorlar, herkesin keyfi yerinde..
Ve konser başlıyor, öncelikle 13 Şubat’ta yaşamını yitiren Jerez’in güçlü seslerinden Fernando Terremoto’yu anmak üzere sessizce saygı duruşunda bulunuyoruz, yaşadıklarından, yaptıklarından bahsediliyor…
İlk sahne El Torta’nın, flamenkonun efsanevi şarkıcısı yıllar sonra da değişmeyen sesiyle kulaklarımızda, koca alan inliyor yine sesinden, alegrias, bulerias, buleria por solea, rumba hayranı olduğumuz şarkıları şimdi ondan canlı dinlemek. Gitarda da Juan Manuel Moneo var. Plazanın yukarı taraflarında genç kesim var, hele bir bölüm var ki çok eğleniyor millet, özellikle kendi aralarında :) palmas yapıyorlar hep birden, ses mesafeden dolayı contraya dönüyor. Zor anlar yaşattıyorlar sahnedekilere.
Ardından sahnede Macarena de Jerez, o da Torta gibi inletiyor ortalığı ve o kadar eğleniyor ki sahnede. Ondan da tientos, tangos, malagueña ve buleria por solea dinliyoruz. Buleriasında hem söyleyip hem de dansediyor ama nası bir dans etmek, ole! lerden yıkılıyor ortalık.
Sırada David Lagos var, daha önce pek dinlememiştim, Melis hayranı. Flamenkonun güçlü seslerinden yine. Martinete ile giriş yapıyor, tüylerimizi diken diken tabiki. Ben bir ara yiyecek birşeyler almak için plazanın iç tarafına geçiyorum. Tam merdivenleri çıkarken karşımda kimi göreyim. Fanny Montazem, ben şok içindeyim, Fanny bu yaz Flamenko Ankara Derneği’ne eğitmen olarak gelmişti, Ana’nın arkadaşı Jerez’den, yazın tekrar Fransa’ya dönmeden önce birkaç günlüğüne İzmir’e gelmişti, çok güzel vakit geçirmiştik hep beraber. Ben onun Fransa’da olduğuna emin olduğum için Jerez’e gelince aramadım bile. O da şok içinde :) Neyse uzun uzun sarıldıktan sonra anlatıyorum tek tek ne maceralar yaşadım. Ayaküstü biraz sohbet edip konseri izlemeye hep beraber devam ediyoruz.
Sıra geldi bizim Fernando de la Morena’ya :) sadece bulerias söyleceğim diye ilan ediyor, tabi biz onun fandangolarının hastasıyız, insanlardan fandango bağırışları yükseliyor. O da söylüyor elbette sona doğru.. Festivalin ilk bölümü saat 1’e doğru kapanıyor.
2.Bölüm çok sevdiğim hocam Andres Peña’nın gösterisiyle açılıyor, o sahneye çıkmadan önce ekibi yerini alıyor sahnede, Luis Moneo, Miguel Rosendo ve Miguel Lavi cantede, Javier Patino ve Miguel İglesias ditarda, harika bir şov yapıyorlar ve Andres ağır adımlarla sahneye yürümeye başlıyor. Andres bir solea yapıyor, bir solea yapıyor, hepimiz heyecanıyoruz izlediğimiz yerde. Bize öğrettiği soleadan parçalar var içinde, öğretirken çok sevdiğini söylediği, sonunu harika bir buleriasla kapatıyor gösterisini ve alkıştan yıkılıyor Plaza de Toros..
E son bölüme geçiyoruz artık millet sabırsızlıktan ölecek herkes Capullo de Jerez’i bekliyor. Kral yine enerjisinden hiç bir şey kaybetmemiş ve o haliyle karşımızda, herkesi coşturuyor, o en iyi bildiğimiz şarkıları, rumbaları, herkes bir ağızdan söylüyor onunla beraber. Buleriaları söylerken o güzel danslarından yapıyor, harika bir gösteri, sonuna doğru mikrofonu bırakıp sahnenin en ucuna geliyor, Plaza de Toros’ta uzun bir şşşş sesi, susun diyorlar mikrofonsuz okuyacak. Başlıyor okumaya buleriaları, her birinin sonunda ole!ler yine!
Saat 4’e geliyor gece konserler bittiğinde ama bir bakıyoruz fiesta devam ediyor Plazanın önünde, içinde, gençler halka oluşturmuş grup grup fiesta yapıyorlar, buleria söylüyorlar birer birer.. Herkesin yüzünde gülümseme.. Her birinde vakit geçirip biz de takıyoruz yüzümüze gülümsemeyi.
Yorulduk artık hadi dönelim pansiyona derken Fanny’nin sorusu gitmek mi istiyorsun, kalıp fieta izlemek mi? Sorumu bu şimdi :D tabiki fiesta izlemek diyorum.. Yürüyerek sohbet ede ede iniyoruz aşağıya doğru, kızlar arası flamenko sohbeti Melis, Fanny, ben.
Mekana ulaşıyoruz, kapının önü kalabalık içerisi daha fena. İsmi Bar El Colmao, Arcos caddesi üzerinde, dansçı Joaquin Grilo’nun kardeşi Carlos işletiyor. Gece geç saatlerde insanlar buraya geliyorlarmış. Mekan tablao değil, yani dans izleyebileceğiniz bir sahnesi yok ama Jerez’in bütün ünlü sanatçılarını orda görmek mümkün. Konserde sahne alan çoğu kişi de içeride. Jerez’in bir yerel kanalı fiestaları çekmeye orada da devam ediyor. İnsanlar kendi aralarında şarkı söyleyip dansediyor. Andres Peña ile konuşuyorum biraz, beni orda görünce flamenko izi sürdüğümü anlıyor :) Fernando de la Morena’nın o sıcak sohbeti, gece boyunca dansçı ve müzisyenlerle tanışıyoruz. Türk olduğumu duyunca bir gitaristle tanıştırdılar, diyor Türkiye şok gözel :) ben gülüyorum, dedesi bizim oralardanmış ve hep böyle dermiş onlara. Saat ilerledikçe mekan tenhalaşıyor şimdi büyük şarkıcıların fiesta zamanı, kapıyı kapatıyorlar yabancılar çıktıktan sonra, tabi torpilimiz var. Fernando Morena’nın yakın arkadaşları geliyor mekana, biri çok ünlü bir şarkıcı, Trianalı, ismini hatırlayamıyorum şu anda, o söyledimi herkes sessizleşiyor, pür dikkat onu dinliyoruz, buleria elbet, şarkının sonlarında durduğu yerde öyle güzel remateler yapıyor ki herkes ole! diyor. Sırayla diğer şarkıcılar, dansedenler.. Eşsiz fiestalardan biri, orda olmak büyük bir şans anlıyorum.
Gece böyle geçiyor, perdeler kapalı içerisi gece gibi, mekandan çıktığımızda bir bakıyoruz sabah çoktan olmuş, saat sabahın 9’u :). Dedik uyunmaz artık, acıkmışız zaten, yürüyoruz çarşıya doğru. Nereye gidiyoruz diyorum Fanny’ye churros yemeye diyor, o ne diyorum, cevabı “az kaldııı”. Meydanda bir kalabalık, pazar sabahı insanlar kahvaltı yapmak için gelmiş. Bir cafe var ortada ve uzuun bir masa boyunca insanlar, üzerlerinde geceden kalma düğün kıyafetleri, çocuklar da onlarla beraber, churros, çikolata, kahve ile donatılmış bir masa. Yeni uyananların yüzünde sabah ışığı, bizim gibi geceden kalanlarda yorgunluk.. Çok meşhur churros geliyor, bizim lokma gibi, hatta aynı hamur, sadece şekli farklı, kızartıyorlar ve çikolata sosuyla servis ediyorlar, çok ağır ama o açlığın üzerine inanılmaz lezzetli.
Kahvaltımızı ettikten sonra pansiyona dönüyoruz, şimdi Sevilla’ya geri dönme vakti, tren saat 11.00’de. Her yer kapalı nedeniyle şehrin tadını çıkaramadığımıza biraz üzülüp Jerez’den ayrılıyoruz. Biner binmez trene uyku bastırıyor…
Rasime Öktem
13.10.2010 – Sevilla